The Artist |
Gösterime ardarda 3 boyutlu filmler girerken ve bizler koşarak teknolojiye yetişmeye çalışırken, nostaljik film Artist bir anda dikkatleri çekti. Hem de öyle az buz bir nostalji değil. Taa 1920'lere gidiyoruz, sessiz sinemaya... "Bu devirde sessiz sinema izlenir mi?" derken, üstelik teknik özellikler anlamında da döneme sadık kalınmışken, filmden memnun ayrılmamız bizi şaşırtabilir. Fakat dönem değişse bile insani duygular aynı, iyi oyunculuk ve müzikle birleşince ortaya "bayat bir nostalji" değil, "her devre uygun bir sanat yapıtı" çıkıyor.
Filmin en güzel birinci sahnesi |
Filmin ilk bölümlerinde sessiz sinema döneminin en ünlü aktörü George Valentin (Jean Dujardin) ve köpeğini görüyoruz. Valentin ünlü, şımarık, mutlu ve zengindir. Kısa bir süre sonra ise film şirketleri "sesli sinema"ya geçiş yapar. (Şirket patronu rolünde ne zamandır izlediğim filmlerde görmediğim John Goodman var) Bu arada yeni bir yıldız olan ve eskiden beri platonik bir aşkla Valentin'i seven Peppy Miller (Bérénice Bejo) sesli filmler sayesinde parlar ve Valentin'i tahtından eder. Valentin sesli filmleri saçma bulmuş ve teknolojiye ayak uydurmamıştır, ayrıca hayat acımasızdır, Holivud daha da acımasızdır ve eskinin yerine kolayca yeniyi, genç olanı koyar.
Bu noktada ister istemez Hugo filmi akla geliyor, o film de sinemanın ilk dönemlerine uzanıyordu. Hugo daha görkemli bir film, ancak Artist'de basitliğin güzelliği söz konusu. Başarının büyük payı başroldeki oyuncularda...
Fakat... Her yıl böyle olaylar yaratan birkaç film çıkıyor. Oscar'ları silip süpürüyor vs. Ama birkaç yılda unutuluyor. Bu filmin de farklı olacağını düşünmüyorum. Güzel bir film, 2011'in en iyilerinden. Ancak bir efsane değil.
Fakat... Her yıl böyle olaylar yaratan birkaç film çıkıyor. Oscar'ları silip süpürüyor vs. Ama birkaç yılda unutuluyor. Bu filmin de farklı olacağını düşünmüyorum. Güzel bir film, 2011'in en iyilerinden. Ancak bir efsane değil.
No comments:
Post a Comment