Monday, May 28, 2012

Sergi: Rembrandt ve Çağdaşları

Sergi Afişi



Cumartesi günü, aylardır aklımda olan Emirgan gezisini gerçekleştirdim. Emirgan evimden oldukça uzak. Bu yüzden erkenden yola çıkmak istiyordum. Ancak hiçbir arkadaşım benimle o kadar erken yola çıkmayı kabul etmiyordu. Ayrıca hava da güzel olmalıydı ki geziden zevk alabilelim. Sonunda "erken saatte çıkma" prensibimden vazgeçerek, yola çıkmayı başardım. Tren, vapur, otobüs... Neredeyse İstanbul'daki tüm araçları kullanarak, Emirgan'da Sakıp Sabancı Müzesi'ne vardım. Burası, Sakıp Sabancı'nın bir dönem yaşadığı Atlı Köşk olarak bilinen harika Köşk'tü. Şu an Sabancı Üniversitesi'ne bağlı bir müze olarak kullanımda.

Müze, adını Dali, Rodin, Picasso gibi yıldız isimlerin eserlerini Türkiye'ye getirmesiyle duyurdu. Gerçekten takdiri hak eden çalışmaları oldu. Ayrıca Müze'de Sabancı Ailesi'nin kendi koleksiyonlarından; Türk ressamların eserleri ve Hat Koleksiyonu bulunuyor. Aslında Köşk ve bahçesi o kadar güzel ki, insan müzeyi gezmektense, bahçedeki banklarda oturup boğaz manzarasını seyretmeyi tercih edebilir! Az önce saydığım önceki sergileri de gördüğümü gözönüne alınca, en az dört beş kez bu köşke gittiğimi söylebilirim. Her seferinde daha erken gelip bahçede daha uzun vakit geçirmediğim için pişman oldum.

Uzun süredir o banklarda oturup, bahçedeki ağaçların ardından, masmavi Boğaz Suları'na bakmayı hayal ediyordum. Manzaradan sıkılınca, hayran olduğum Hollandalı ressam Rembrandt eserlerine bakacaktım, böylece ruhum doyacaktı, hem sanat hem de doğa sayesinde.

Ne yazık ki büyük bir hevesle müzenin kapısına doğru yürürken, cep telefonum acı acı çaldı. (Bu "telefonun acı acı çalması" kalıbı bana absürd gelir aslında, yine de fırsatım varken kullanıyorum) İyi bir sonuç beklediğim olay, kötü sonuçlandı. Telefonla konuşurken giriş kapısındaki banklardan birine oturdum. Telefonu kapattığınca, erkek arkadaşıma ne konuştuğumu anlatmaya çalışırken ağlamaya başladım. Aslında ağlamaklı konuşmamıştım telefonda ama yüksek sesle tekrar edince çok üzücü geldi olay, bir kez ağlamaya başlayınca da duramıyor insan... 10 dakika falan müzenin kapısında böyle geçti...

Artık ağlamayı bırakıp, başka şeyler düşünebilmek için içeri girdiğimde, Hollanda'nın zenginlerinin ısmarlama yaptırdığı portrelerle karşılaştım. Yüzyıllar önce yaşamış insanlar capcanlı tablolardan bana bakıyorlardı, gülümsüyorlardı. Onların da zaman zaman ağladığını, zaman zaman güldüğünü, yüzyıllar sonrasına geriye böyle gülümseyen tabloları kaldığını düşününce kısa süreli bir aydınlanma yaşadım. "Hayat kısa, yaşamana bak" tarzı bir yaklaşımla haftasonuma geri döndüm.

Sergide Hollanda'nın parlak döneminin ünlü ressamlarının eserleri bulunuyor. (59 sanatçı, 110 eser) Vermeer (İnci Küpeli Kız eseriyle tanınan) Rembrandt gibi meşhur isimlerin yanında, Rembrandt'ın öğrencilerinin de eserleri, ayrıca porselenler, kadehler gibi bazı eşyalar da var. (Bu parlak döneme Hollanda Altın Çağı deniliyor ve 1585-1702 yıllarını kapsıyor)

Bu tip eseleri Türkiye'ye getirmek çok zor. Güvenlik önlemleri, kontraktlar, anlaşmalar derken bu tür sergilerin altından ancak Sabancı, Koç, Eczacıbaşı gibi büyük isimler kalkabiliyor. Malum, sanatı destekleyen zengin aileler olmasa, ne Rembrandt yaşamına devam ederdi, ne biz onun eserlerini Türkiye'de görürdük.  Yüzyıllardır sanatçıları destekleyen zengin aileler oldu... Günümüzde daha toplumsal düzeyde destekliyorlar denilebilir: Sergiler, eserleri satın alma, müzeler... Bunun sanatçı özgürlüğüyle olan ilgisi ayrı bir tartışma konusu.

Sergide aslını görebileceğiniz bir tablo...
Amsterdam'a gidip Hollandalı sanatçıların eserlerini "yerinde" göremedim henüz. Bu nedenle elimdekiyle yetindim. Ayağıma kadar gelenler arasında o sanat tarihi kitaplarında gördüğüm meşhur tablolar olmasa da, beni tatmin eden birçok eser vardı.

Rembrandt için "ışığın ve gölgenin ressamı" deniliyor ve eserlerinde gördüğünüz ışık gölge oyunları sizi çok etkiliyor. Sergi ne yazık ki son günlerinde; 10 Haziran'a kadar Öğrenci Bileti için 4 TL, Tam Bilet için 12 TL ödeyerek gidip görebilirsiniz.


Son olarak... Sergilerde tablonun önüne geçip poz veren ve çektikleri fotoğrafları sonra kim bilir ne yapan insanlar çok tuhaf geliyor bana. Neden? Neden bir resmin önünde poz verirsin? O pozu sonra nerede nasıl kullanırsın? Hatta tablonun fotoğrafını çekmek de saçma? Zaten yüksek çözünürlüklü, kesinlikle sizin çektiğinizden çok daha ayrıntılı ve güzel  fotoğraflar mevcut. Adamlar çekmiş... Kitaplara basmışlar, internete koymuşlar. Sonra o çekilen fotoğrafların kaçta kaçına bakılıyor?

Tuesday, May 15, 2012

Film: The Avengers (Yenilmezler)

 Marvel Joss Whedon ile buluşunca... Ortaya çıkan filmde zeka pırıltısı, iyi bir kadın karakter, klasik "vurdu-kırdı"dan farklı bir şeyler bekliyoruz. Joss Whedon sevgimi daha önceki yazıda belirtmiştim. Hem daha önce Buffy The Vampire Slayer gibi bir efsaneye imza atmış yönetmen, hem de Marvel çizgi romanlarından uyarlama bir film... Çok güzel bir birliktelik. Yine de böyle büyük bütçeli bol efektli filmlerden fazla bir şey beklememek gerekiyor. Hem daha geniş kitleye ulaşmak, hem "yılların Marvel fanatikleri"ni kızdırmamak adına fazla risk almıyorlar.

Film gösterime gireli 2 hafta oldu, rekor üstüne rekor kırıyor. Artık, en azından bu tür filmleri, tüm dünya ile aynı anda izleyebiliyoruz. Böylece 9gag.com gibi mizah sitelerinde iki haftadır dönen esprileri anlayabiliyoruz (!)

Göklere çıkarak bir durumu olmadığını itiraf edebilirim. Bazı nüanslar olsa da, diğer Marvel uyarlamalarından çok da farklı değil. Filmde, daha önceki filmleri izleyenlerin tanıyacağı karakterler var. Oysa filmler birbirinden bağımsız, devam filmleri değiller. Aynı evrende geçen birbirinden bağımsız filmler olması hoşuma gidiyor. Böylece beğenmediğiniz karaktere yoğunlaşan filmi es geçebilirsiniz. Örneğin Captain America, ABD dışındaki ülkelerde iş yapmadı, hatta neredeyse hiç ilgi çekmedi. Bunun sonuçlarını tahmin etmiş olacaklar ki diğer karakterlerin filmlerini izlediğimizi varsayarak onlarla ilgili bir hatırlatma yapmazlarken, Captain America'nın geçmişiyle ilgili hatırlatma yapmışlar. Zaten Captain America yakışıklılık dışında övülecek vasfı olmayan bir karakter. Joss Whedon burada etkisini göstermiş denilebilir: Amerikan milliyetçiliğinin tavan yaptığı "Askerler! Onlar ki tüm dünyaya demokrasi götürenler!!" diyerek gözyaşlarına boğulacağımız sahneler çekmek yerine, askerlerin emir alıp uygulamak dışında pek işe yaramamalarına parmak basmış. Captain America üzerinden normalde pek işe yaramayan ve hatta kendini işe yaramaz hisseden askerlerin sadece kriz anında örgütlenmede işe yaradıklarını görüyoruz. Belki de her karakterden duruma göre yararlanmasının nedeni zamanla hepsini öne çıkararak, baş karaktersiz bir film yaratması gerektiğinden.

Filmin posterlerinden biri
Tüm filmlere göndermeler var demiştik: Daha ilk sahneden, Thor filminden hatırladığımız, Thor'un üvey kardeşi Loki'nin hain planları olduğunu öğreniyoruz. Bunun üzerine bir araya gelen ekip, yavaş yavaş hazırlanıyor, düşmana karşı. Bu arada kendisine ait filmi olmayan Black Widow ve Hawkeye karakterleri biraz sığ kalıyor, üstelik diğer süper kahramanların yanında oldukça insanlar. Hulk, daha önceki iki filminden farklı bir oyuncu tarafından canlandırılmış, ancak sırıtmıyor. Hulk filmlerinin üzerinden geçen yılların da etkisiyle, gözüm önceki oyuncuları aramadı. (Eric Bana'yı zaten sevmem, Edward Norton da bu karakter için fazla insancıl kalıyordu benim gözümde) Iron Man her zamanki gibi kendini beğenmiş ve esprili tavırlarıyla geziniyor. Filmin komik sahnelerinin baş kahramanı, üzerinde Black Sabbath tişörtüyle gezmek gibi esprili tavrını her alanda gösteriyor. (Iron Man, Black Sabbath'ın bir şarkısıdır)

Gelişme kısmı biraz yavaş ilerliyor. Ne zaman gerçekten bir şeyler olacak diye bekliyoruz. Aksiyon başladığı anda ise gözümüzü perdeden alamıyoruz. Finale doğru bol aksiyon, patlama, dövüş, komiklik, heyecan var. Tüm karakterlerin bir takım çalışması içinde düşmana saldırdığı bu kısımda, takım çalışmasının önemini anlıyoruz. Bir vida bile sıkan işçi mühim şu otomasyon sisteminde? Pardon aklım işletmeye giriş dersine gitti bir an.

Böyle yıldızlarla dolu kadroları alıp rezil eden yapımlar da olduğunu biliyoruz. Bu nedenle başarılı bir iş olduğunu ve izlenebildiğini söylemekte fayda var. Ancak ne kadar da olsa, bir gençlik filmi ile karşı karşıyayız. Çizgi romanların yetişkinlere hitap ettiğini düşünüyorum, derinlikleri olan karakterler var ve her zaman kendi içlerinde bir mantığı oluyor. Fakat film uyarlamaları çocukların ve gençlerin ilgisini çekebilmek ve McDonalds çocuk menüsünde bir Iron Man oyuncağı verebilmek adına dayıyor efekti dayıyor aksiyonu. Arada sevgilileriyle gelmiş kızları da üzmemek için Thor'un güzel dünyalı aşkı veya Playboy IronMan'i adam eden akıllı kız gibi soslar da eklendi mi olay tamam.

Yazdıkça soğudum filmden, oysa ben de salondan ilk çıktığımda "Thor'um benim canım benim" anlayışındaydım... Anlayacağınız etkisi kısa süreli. Hele hele önceki Marvel uyarlamalarını izlemediyseniz sıkıcı olabilir.
Kötü Adam Loki

Önceki filmlerdeki gelenek bozulmamış, birçok karakterin yaratıcısı meşhur çizgi romancı Stan Lee ufak bir rolde görünüyor. (Figürasyondan hallice bir rol malum) How I Met Your Mother isimli komedi dizisinde Robin rolüyle tanıdığımız Cobie Smulders ciddi bir rolde, gözümüz zor alışıyor. Önceki filmlerden bildiğimiz gibi Thor rolünde Chris Hemsworth, Iron Man olarak Robert Downey Jr. (rolüne en çok oturan ve yerine başkasını düşünemediğim adam bu) Captain America rolünde Chris Evans (ben bu adamda hiç ışık göremiyorum yahu herhalde aksiyon filmlerinin gediklisi olur?) Black Widow olarak Scarlett Johansson (Başka kadın karakter yok denilebileceğinden, hem kolay hem zor bir işi var, gözler üzerinde, ilgi onda) Hulk rolünde Mark Ruffalo, Loki rolünde Tom Hiddleston, (Loki, günümüz sinema anlayışına uygun olarak, çok kötü adam değil, "aslında iyi biriydi, sor bir neden kötü oldu" tarzında, sevimli kötü) Hawkeye olarak genelde kötü çocuk, uyuşturucu taciri, eski asker, psikopat rollerinde gördüğümüz Jeremy Renner var. Nick Fury yine Samuel L. Jackson... Önceki filmlerden Profesör olarak Stellan Skarsgård, ajan olarak Clark Gregg, Pepper olarak Gwyneth Paltrow mevcut. (Thor'un kız arkadaşı Natalie Portman sadece resmine bakarak anılıyor)

Devam filmi çekileceği kesinleşti. Başka ne karakterler eklerler bilemiyorum. İzleyicinin görmek istediği SpiderMan veya Wolverine devam filminde olur mu bilemiyorum. Çoğu karakter için (Örneğin Spiderman) film hakları farklı şirketlerde olduğundan sorun çıkıyor. Bazıları için de oyuncuların programları uymuyor.

Friday, May 11, 2012

Film Ekimi Hedefinden Kalanlar ve Sleeping Beauty Filmi

Aralık 2011'de Film Ekimi Liste Hedefi diye bir yazı yazmıştım. Buna göre Film Ekimi'nde gösterilen fakat kaçırdığım filmleri izleyecektim. Neredeyse hepsi bir şekilde adından söz ettirmiş, ödüllü filmlerdi ve Film Ekimi seçimlerine güvendiğim için zevk alarak izleyeceğime emindim. 13 film seçmiştim izleyecek...

Bugüne geldiğimizde 39 filmden 11 tanesini izlemiş durumdayım, ancak bu 11'in tamamı benim "hedeflediğim" filmler değildi, bu nedenle iştahım durmadı.
Filmin posteri

En son... Sleeping Beauty-Uyuyan Güzel 'i izledim:
Nasıl desem, ne anlatsam? Hayal kırıklığıydı. Öncelikle konu çok bilindik: Özel bir randevu evinde çalışan genç kız uyutulur, herhangi bir zarar vermemek şartıyla yanına yaşlı adamlar gelir. Sabah olduğunda kız bir şey hatırlamamaktadır, adamların ne yaptıklarını bilmez. 

Bu konu daha önce Japon yazar Yasunari Kawabata 'nın Uykuda Sevilen Kızlar ismindeki romanında işlenmiş. Kawabata Nobel ödüllü olduğundan, kıyıda köşede kalmış bir durumu zaten yok, bilindik bir fikir. Benzer konulu filmler de daha önceden mevcut. Sleeping Beauty bu konuyu alıp günümüze taşımış gibi: Üniversite öğrencisi güzel kız geçinmek için türlü türlü iş yapar, fotokopicilik, garsonluk, hayat kadınlığı... Sonunda bulduğu bu tuhaf işi izleriz: Gece uyutulur, sabah bir şey hatırlamaz.

Sonuna kadar izleyip, ne olduğunu, ne yapılmaya çalışıldığını anlamadığımız bir film. Manasız, durağan, sonlara doğru birkaç yerde "anlam verebilir" gibi oluyoruz, ancak film zaten bitmek üzere oluyor ve sonunda toparlanıp bitiyor. Zamana yazık. Eleştirel bir şey de yok, karakteri de tanıyamadım.

Yönetmenin ilk filmi. Güzel oyuncusu Emily Browning ile yönetmen Julia Leigh'in Cannes'da çekilmiş poz poz fotoğraflarıyla aklımda kaldı. Filmin aklımda kalacağını sanmıyorum, bu sıkıntıyla Julia Leigh bir film daha çekerse izlemem o kadar soğudum kendisinden. Son olarak posterdeki "Jane Campion Presents" lafı da büyük bir aldatmaca. Bütün saçma korku filmlerine Tarantino presents ve aksiyon filmlerine Luc Besson presents demeleri bile daha elle tutulur etki yaratıyor.

Aslında uzatacak bir şey yok ama düşündükçe yönetmenin kadın olması da tuhaf gelmeye başladı. Erkek yönetmen olsa "fantazilerini ortaya koymuş pis adam" diyeceğim veya "kendi cinsine eleştirel bakış sunmuş" diyeceğim ama kadın olunca ne diyeceğim bilemiyorum. Teyze bari biraz daha eleştirel olsaymış veya değişik bakış açısı sunmuş olsaydı? Anlamıyorum, daha da kızıyorum. Hayır genç de değil koca kadın yılların yaşanmışlığı yok mu, hiç mi yansıtamadın? Neyse önümüzdeki filmlere bakalım...

Saturday, May 05, 2012

Kitap: Entelektüelin Kutsal Kitabı



Entelektüelin Kutsal Kitabı; farklı alanlarda uzmanlardan yardım alınarak hazırlanmış bir kitap. Kitapta 365 konu başlığı var ve bu konularda birer-ikişer sayfalık bilgilere yer verilmiş. Her gün 1 sayfa okuyarak, yıl sonunda entelektüel bir insan olacaksınız. Zaten öyle iseniz; hafızanız tazelenecek ve ileriki yaşlardaki bunama sorunlarından uzaklaşacaksınız... İddiası böyle.

Konuların ana başlıkları şu şekilde: Tarih, Edebiyat, Felsefe, Matematik, Bilim, Din, Güzel Sanatlar ve Müzik.

Bazılarında  (tam olarak olmasa da) belirli bir sıra takip edilmiş gibi. Örneğin Din konu başlığında, çoktanrılı dinler, Musevilik, Hıristiyanlık, arkasından Müslümanlık geliyor. İnsana az çok günlük hayatta gerekebilecek bilgiler tercih edilmiş, genelde sohbetlerde geçen, merak edilen spekülatif şeyler... (Mesela peygamberin eşleri veya kurban etme adeti, bilmemhangi müzisyenin faşist olup olmadığı...)

Kitaptan derin bilgiler beklemek yersiz, zaten öyle bir iddiası yok. Amaç bizi "ortamlarda mahçup olmayacak seviye"ye getirmek. Bu açıdan başarılı olduğunu söyleyebilirim. Örneğin ben Matematik ve Bilim konularında zayıfım ve bilgilerim lisede gördüğüm derslerle sınırlı. Bu nedenle bilmediğim şeylere rastlıyorum. Öte yandan bilmiyorum, çünkü ilgimi çekmiyor, bu durumda da kitabın o sayfalarını atlamak istiyorum, sıkıcı buluyorum. Bu durumda ben entelektüel olma veya "yeri gelirse bir ortamda hava atma" adına beynimi ihtiyacım olmayan şeylerle doldurmak zorunda mıyım? Ben Sanat bilirim, karşımdaki Matematik, bilgilerimizi birleştirir, o sohbetten zevk alırız? Olmaz mı? 

"Bulmacaların kralı olacağım, belki bir gün bilgi yarışmasına katılacağım" diyorsanız denemeye değer. Ben hoşuma gidenleri, ilgimi çekenleri okuyup, gerisini atlıyorum, ardarda okuyunca biraz sıkıcı olabiliyor. Her gün 1 konu diyecek kadar da disiplinli değilim. Ufaktan ilgimi çeken konuları daha sonra derin okumak/öğrenmek için not alıyorum.

(Bu arada şimdi farkettim ki Din'lere pek ilgim olmamasına rağmen ...'nın Kutsal Kitabı şeklindeki kitaplara bir ilgi artışım olmuş. Önce "Ateistin Kutsal Kitabı" şimdi de bu... Sıradaki Uçan Spagetti Canavarı'nın Kutsal Kitabı olmasın? Acaba içten içe bir kutsal kitap ihtiyacında mıyım?)

Thursday, May 03, 2012

Film: The Cabin In The Woods (Dehşet Kapanı)


Film afişi

Her zamanki gibi sinemaya gitmeden önce afişteki isimlere baktım. Önceki çalışmalarını referans aldım koşarak girdim salona. Korku filmi sevmem. Fakat fantastik filmleri, zekice yazılmış merak uyandıran senaryoları çok severim.

Bunların ışığında, Joss Whedon ve Drew Goddard isimlerini görür görmez heyecanlanmamam mümkün değil. Aslında bu "fan boy" olayından da hoşlanmıyorum. Özellikle Tarantino ve Tim Burton gibi isimlerin hastaları var hani, "ne çekse izlerim" diyorlar, asla toz kondurmuyorlar, filmden hoşlanmasalar bile suçu kendilerinde arıyorlar, "ben anlamadım herhalde yoksa adam zeki" diyorlar. Her ortamda adamları annelerinden fazla savunuyorlar vs. Heh işte ben aslında böyle olmamaya çalışırım. Popüler olana olan mesafeli durma takıntımdan değil... Sadece bir şeye bu kadar fanatik şekilde bağlanmayı hastalıklı bulduğum için. Belki de bu hastalıklı durumu lise 2'de Metallica hastalığı ile birlikte rafa kaldırdığım için...

Joss Whedon'un önceki işlerine bakarsak: Buffy The Vampire Slayer, Angel, Firefly, Dollhouse dizileri, Serenity, Avengers (Bu haftasonu gösterimde!) filmleri...
Drew Goddard ise hem Joss Whedon ile Buffy The Vampire Slayer, Angel gibi dizilerde çalışmış, hem bir diğer "Takip edilesi" insan J.J. Abrams (Lost dizisinin yaratıcısı) ile Alias, Lost dizilerinde ve Cloverfield filminde birlikte çalışmış.

Kısacası film eleştirmenlerden olumlu puan almış olmasaydı bile meraktan izleyecektim... Bir de IMDB puanı 8 olup, eleştirmenler de beğenince... Üstüne pek sevgili Thor'umuz Chris Hemsworth oynayınca, insan dayanamıyor, sinemaya gidiveriyor. Zaten filmin sinemada daha eğlenceli olduğunu düşünüyorum, evde bu kadar eğlenmezdim.

Filmin konusu o kadar klişe ki, konuyu okuyunca büyük ihtimalle filmi izlemek istemezsiniz. Zaten filmin bakış açısı, göndermeleri ve klişeleri yorumlayışı ancak bu türün meraklılarını cezbedecektir. Bir grup genç, aynen diğer bir sürü korku filminde olduğu gibi, güle oynaya bir tatil evine giderler. Yolda bomboş bir benzincide tuhaf ve korkunç bir adamla karşılaşırlar. Aynen Cem Yılmaz'ın esprisi gibi; "Oraya 20 yıldır giden olmadı" türünde laflar eden adamı atlatıp eve vardıklarında içki içer, eğlenirler. Arkasından korkunç olaylar başlar...

Fakat... Korkunç olayların nedenleri bu kez daha şaşırtıcı ve farklı. Hayal gücü yüksek bu yazar ikilisinden de başka türlüsü beklenmiyor. Kan revan içeren sahneler abartılı sayılmaz, bir Saw (Testere) veya Hostel durumu yok. (Ki onları çok kanlı bulduğumdan zekice olmalarına rağmen sevememiştim, bu anlamda film biraz Scream sularında yüzüyor) Rahatlıkla tavsiye ederim, ancak siz de benimle sinemaya gelen arkadaşım gibi, "Yaşanmış hikayeler"den hoşlanıyor ve filmden "bir şeyler öğrenmeyi" bekliyorsanız yanlış alarm olur...

Kısa özet: Gençler sırayla ölüyor?
Ek Bilgi:
Film 2009'da bitmiş, Chris Bey daha Thor'a dönüşmeden, bu kadar popüler olmadan önce... Yapım şirketiyle ilgili sorunlar sonucu ancak 2012'de gösterime girebildi. Bekleme süresi öyle uzun olmuş ki Joss Whedon şu an aynı anda iki filmle birden gündemde: Cabin In The Woods ve Avengers. Hatta bu süre zarfında Chris ikinci Thor filmini bile çekti. Joss Whedon'un bir röportajını okudum; "Diğer oyuncular da kısa zamanda birer yıldız olacak, bazen keşke film birkaç yıl daha bekleseydi de onlar da star olduktan sonra gösterilseydi diyorum" demiş. Oyuncular da bu 3 yıllık bekleme sürecince zaman zaman "Bizim film harika, neden gösterilmiyor?" demiş, zaman zaman da umutsuzluğa kapılmışlar. Bunların başında Dollhouse projesi de iptal olan Franz Kranz geliyor. Franz Kranz'ın canlandırdığı karakter, filmde en hoşuma giden karakter oldu. 



Wednesday, May 02, 2012

Pek Yakında: Friends With Kids


Aşk, Mutluluk, Çocuklar, İkisini Seçin- Hepsi birden olmaz mı hacı ya?

Friends With Kids, 8 Haziran'da ülkemizde gösterime girecek yeni bir film. "Belli kişileri" takip edenlerin kaçırmayacağına eminim; kadro tanıdık.


Hani Cem Yılmaz film çektiğinde hep aynı sorularla karşılaşıyor: "Hep aynı oyuncularla oynuyorsunuz, neden?", "Bu insanlar gerçekte de arkadaşınız mı?" ve benzeri... Acaba Amerikan basını Jennifer Westfeldt'a veya Judd Apatow'a veya Kristen Wiig'a aynı şeyleri soruyor mu? Son yıllardaki komedi filmlerinde aynı isimleri prodüktör, yazar, oyuncu olarak görüyoruz. Genelde aynı tarz, aynı formülleri kullanarak çektikleri filmlerden kaçmak mümkün değil, en az birini izlemişsinizdir. Bu furya The 40 Year Old Virgin ile başladı, Knocked Up, SuperBad, Forgetting Sarah Marshall gibi filmlerle devam etti.

Bu kez durum nasıl?

Son olarak Bridesmaids'de izlediğimiz oyuncular Kristen Wiig, Maya Rudolph, Chris O'Dowd, Jon Hamm, Friends With Kids filminde karşımızdalar. Filmde ayrıca, geçenlerde Türkiye'ye bir reklam filmi çekimi için gelip olay olan Megan Fox da yer alıyor. Sanırım sırf bu nedenle filmle ilgilenenler çıkacaktır. Jon Hamm Mad Men'de oynadığı için popüler, aynı zamanda yakışıklı ve Jennifer Westfeldt'in eşi. Jennifer abla bu filmi hem yazmış, hem filmde oynamış, hem filmin hem prodüktörlerinden biri olmuş... Bu film tutmazsa kadın çöker herhalde.
Soldan sağa: Maya Rudolph, Chris O'Dowd, Kristen Wiig, Jon Hamm, Adam Scott, Jennifer Westfeldt

Yine modern hayatın sorunları işlenmiş: 20'lerin sonundan itibaren karşılaştığımız ilişki sorunları, evlenme evlenmeme, birlikte yaşama, uygun birisini bulamama, büyük şehirdeki yalnızlık, erkek-kadın sorunları. Bazen, ruh halinize göre veya o dönemde yaşadıklarınıza bağlı olarak, çok sevebileceğiniz (veya tersine nefret edebileceğiniz) konular. Açıkçası üniversitede öğrenciyken kendimi özdeşleştiremediğim karakterler, şu an bana biraz daha "olabilir" geliyor, bu nedenle bu tür filmlere karşı sempatim biraz daha artmış durumda. Bu kez konu; "Arkadaşlar, aralarında aşk ilişkisi olmadan, çocuk yapabilir mi?..." (Daha önceki komedi filmlerinde sadece cinsel açıdan incelenen konuya bu kez çocuklar da dahil oldu)


Filmi sinemada izler miyim bilmem ama "Bu kadro ne ortaya koymuş?" diye merak ettiğim kesin. Bakalım yer yer gülüp, yer yer hüzünlenecek miyiz?



Fragman aşağıda: