Monday, May 28, 2012

Sergi: Rembrandt ve Çağdaşları

Sergi Afişi



Cumartesi günü, aylardır aklımda olan Emirgan gezisini gerçekleştirdim. Emirgan evimden oldukça uzak. Bu yüzden erkenden yola çıkmak istiyordum. Ancak hiçbir arkadaşım benimle o kadar erken yola çıkmayı kabul etmiyordu. Ayrıca hava da güzel olmalıydı ki geziden zevk alabilelim. Sonunda "erken saatte çıkma" prensibimden vazgeçerek, yola çıkmayı başardım. Tren, vapur, otobüs... Neredeyse İstanbul'daki tüm araçları kullanarak, Emirgan'da Sakıp Sabancı Müzesi'ne vardım. Burası, Sakıp Sabancı'nın bir dönem yaşadığı Atlı Köşk olarak bilinen harika Köşk'tü. Şu an Sabancı Üniversitesi'ne bağlı bir müze olarak kullanımda.

Müze, adını Dali, Rodin, Picasso gibi yıldız isimlerin eserlerini Türkiye'ye getirmesiyle duyurdu. Gerçekten takdiri hak eden çalışmaları oldu. Ayrıca Müze'de Sabancı Ailesi'nin kendi koleksiyonlarından; Türk ressamların eserleri ve Hat Koleksiyonu bulunuyor. Aslında Köşk ve bahçesi o kadar güzel ki, insan müzeyi gezmektense, bahçedeki banklarda oturup boğaz manzarasını seyretmeyi tercih edebilir! Az önce saydığım önceki sergileri de gördüğümü gözönüne alınca, en az dört beş kez bu köşke gittiğimi söylebilirim. Her seferinde daha erken gelip bahçede daha uzun vakit geçirmediğim için pişman oldum.

Uzun süredir o banklarda oturup, bahçedeki ağaçların ardından, masmavi Boğaz Suları'na bakmayı hayal ediyordum. Manzaradan sıkılınca, hayran olduğum Hollandalı ressam Rembrandt eserlerine bakacaktım, böylece ruhum doyacaktı, hem sanat hem de doğa sayesinde.

Ne yazık ki büyük bir hevesle müzenin kapısına doğru yürürken, cep telefonum acı acı çaldı. (Bu "telefonun acı acı çalması" kalıbı bana absürd gelir aslında, yine de fırsatım varken kullanıyorum) İyi bir sonuç beklediğim olay, kötü sonuçlandı. Telefonla konuşurken giriş kapısındaki banklardan birine oturdum. Telefonu kapattığınca, erkek arkadaşıma ne konuştuğumu anlatmaya çalışırken ağlamaya başladım. Aslında ağlamaklı konuşmamıştım telefonda ama yüksek sesle tekrar edince çok üzücü geldi olay, bir kez ağlamaya başlayınca da duramıyor insan... 10 dakika falan müzenin kapısında böyle geçti...

Artık ağlamayı bırakıp, başka şeyler düşünebilmek için içeri girdiğimde, Hollanda'nın zenginlerinin ısmarlama yaptırdığı portrelerle karşılaştım. Yüzyıllar önce yaşamış insanlar capcanlı tablolardan bana bakıyorlardı, gülümsüyorlardı. Onların da zaman zaman ağladığını, zaman zaman güldüğünü, yüzyıllar sonrasına geriye böyle gülümseyen tabloları kaldığını düşününce kısa süreli bir aydınlanma yaşadım. "Hayat kısa, yaşamana bak" tarzı bir yaklaşımla haftasonuma geri döndüm.

Sergide Hollanda'nın parlak döneminin ünlü ressamlarının eserleri bulunuyor. (59 sanatçı, 110 eser) Vermeer (İnci Küpeli Kız eseriyle tanınan) Rembrandt gibi meşhur isimlerin yanında, Rembrandt'ın öğrencilerinin de eserleri, ayrıca porselenler, kadehler gibi bazı eşyalar da var. (Bu parlak döneme Hollanda Altın Çağı deniliyor ve 1585-1702 yıllarını kapsıyor)

Bu tip eseleri Türkiye'ye getirmek çok zor. Güvenlik önlemleri, kontraktlar, anlaşmalar derken bu tür sergilerin altından ancak Sabancı, Koç, Eczacıbaşı gibi büyük isimler kalkabiliyor. Malum, sanatı destekleyen zengin aileler olmasa, ne Rembrandt yaşamına devam ederdi, ne biz onun eserlerini Türkiye'de görürdük.  Yüzyıllardır sanatçıları destekleyen zengin aileler oldu... Günümüzde daha toplumsal düzeyde destekliyorlar denilebilir: Sergiler, eserleri satın alma, müzeler... Bunun sanatçı özgürlüğüyle olan ilgisi ayrı bir tartışma konusu.

Sergide aslını görebileceğiniz bir tablo...
Amsterdam'a gidip Hollandalı sanatçıların eserlerini "yerinde" göremedim henüz. Bu nedenle elimdekiyle yetindim. Ayağıma kadar gelenler arasında o sanat tarihi kitaplarında gördüğüm meşhur tablolar olmasa da, beni tatmin eden birçok eser vardı.

Rembrandt için "ışığın ve gölgenin ressamı" deniliyor ve eserlerinde gördüğünüz ışık gölge oyunları sizi çok etkiliyor. Sergi ne yazık ki son günlerinde; 10 Haziran'a kadar Öğrenci Bileti için 4 TL, Tam Bilet için 12 TL ödeyerek gidip görebilirsiniz.


Son olarak... Sergilerde tablonun önüne geçip poz veren ve çektikleri fotoğrafları sonra kim bilir ne yapan insanlar çok tuhaf geliyor bana. Neden? Neden bir resmin önünde poz verirsin? O pozu sonra nerede nasıl kullanırsın? Hatta tablonun fotoğrafını çekmek de saçma? Zaten yüksek çözünürlüklü, kesinlikle sizin çektiğinizden çok daha ayrıntılı ve güzel  fotoğraflar mevcut. Adamlar çekmiş... Kitaplara basmışlar, internete koymuşlar. Sonra o çekilen fotoğrafların kaçta kaçına bakılıyor?

2 comments:

  1. Rembrandt ve Çağdaşalrı sergisi çok uzun zamandır aklımda. Benim de evim maalesef çok uzak.Bu sebepten ve bir türlü düzelmeyen havalardan dolayı bir türlü vakit bulup da gidemedim. Ama son günlerini kaçirmaya hiç niyetim yok. Bu hafta ayarlayıp gitmeliyim mutlaka. Zaten Eczacıbaşı'nın Van Gogh Alive sergisini maalesef kaçırdım:/ Teşekkürler paylaşım için, telefonda kötü haber alıp manzaradan mahrum kalmana üzüldüm. Dali Sergisi'nde kış olmasına rağmen o manzaraya bayılmıştım, şimdi kim bilir nasıldır. Umarım bir diğer sefere böyle bir ansın olur... Sevgiler

    ReplyDelete
  2. Yorum için teşekkür ederim Ayşen Hanım :))

    Emirgan gerçekten çok güzel, o yuzden gittiğiniz yolu, çektiğiniz trafik çilesini unutuyor ve affediyorsunuz... Hatta manzara sayesinde bozulan moralim bile kısa zamanda düzeldi diyebilirim. Sergi de güzeldi, her zaman kapımıza kadar gelmiyor böyle imkanlar, gelince faydalanmak lazım. Büyük sanatçıların eserlerini görmüş oluyoruz sonuçta. :)

    ReplyDelete