Woody Allen her yıl bir film çektiğinden kaçınmanız mümkün olmayan bir yönetmen. Ayrıca Caz müzisyeni, (sanırım klarnet çalıyor) kitap yazıyor. Annie Hall ve Manhattan gibi erken dönemde yıldızını parlatan filmler çekti, 2000'lerde ise Match Point gibi Avrupa'da çektiği filmlerle acayip bir geri dönüş yaptı. Birden Scarlett Johansson ilham perisi olmuştu, yeniden Woody Allen popülerdi. Son yıllarda Paris, Barselona, Roma gibi şehirleri merkezine alan filmler çekince, "İstanbul'u da çekse ya..." sohbetleri dönmeye başladı.
Kişisel olarak Woody Allen'ın sürekli "ölümden korkan, çok konuşan, histerik entelektüel" tiplemeleriyle dolu filmler çekmesinden hoşnutum. Filmlerde mutlaka hoşuma gidecek bir yan buluyorum. Bunu hem eskiler hem yeniler için söylüyorum. Aslında 2000 sonrası filmlere bakınca en çok hoşuma gidenler de bu içinde "arayıştaki insan, sorgulayan entelektüel" olan filmler: Roma'dan Sevgilerle (To Rome With Love) ve Paris'te Geceyarısı (Midnight in Paris) gibi.
Filmleri izliyorum, kitapları da okuyalım dedim. Yan Etkiler isimli kitabını aldım. Siren Yayınları'ndan çıkmış. -Bu arada Siren Yayınları'nın sitesine baktım da, birkaçını okuyup sevdim, onların dışında okumak istemediğim sadece Woody Allen var içlerinde, yine bana taksitler, alışverişler göründü-
Yan Etkiler kitabını pek sevmedim. Filmleri izlemeye devam edeceğim. Resmen aylardır sürünüyor kitap elimde... İçinde öyküler ve denemeler var. Çantamda gezdirip durduğum için en çok yıpranan kitaplarımdan biri oldu. Oysa sevdiğim kitaplar yeni gibi durur, çünkü hemen okur ve özenle kütüphaneye kaldırırım. Kitabı sevmememin nedeni nedir derseniz... Mizah anlayışı bana hitap etmedi. Daha doğrusu... Okuyorum, ilginç veya gülümsetici buluyorum, fakat günün sonunda bile sabah okuduğum öyküyü unutmuş oluyorum. Ayrıca Amerikan ve Yahudi toplumu esprilerini yakalamak benim için çok kolay değil. İyi ki çeviride sorun yoktu (bence) bir de kötü çeviri olunca hiç anlaşılmıyor böyle kitaplar. (Bu tür Amerikan sitcomları izleyip, berbat altyazı nedeniyle hiç gülmediğiniz mutlaka olmuştur)
Filme gelince... !f İstanbul kapsamında Woody Allen belgeseli vardı. Önceki yazımda yorum bırakıp bilete ilgisini belli eden arkadaşımız Tankut'la gittik :) Film o kadar iyi değildi diye üzüldüm. İnsan arkadaşını götürdüğü film iyi çıksın, o da sana teşekkür etsin, "ne mükemmel seçimlerin var" desin istiyor. (Ki bana hep böyle olur... Mükemmel seçimlerde bir markayımdır hahaha. Son 2-3 seçimimde çuvallıyorum ama yorgunluktan herhalde?)
Belgesellerde bir handikap var, sen adamı alıp "Abi senin hayatını çekiyoruz" diyorsan, haliyle dostluk ve sevgi çerçevesinde gelişiyor olaylar. Woody Amca kamera karşısında anlatıyor. Eski eşler, çalışma arkadaşları anlatıyor, herkes övüyor da övüyor. Birisinin objektif belgeselini çekmek için illa o kişi ölmüş mü olmalı? Film boyunca "Bakalım Mia Farrow ve Woody'nin evlatlık kızıyla evlenmesi skandalını nasıl anlatacaklar?" diye bekledim. Objektif olmak adına, ona da değinmişler pek tabii. Fakat "Olur böyle skandallar, özel hayat" denilip geçilmiş. (Aslında bence de öyle ama zaten film boyunca o kadar övgü vardı ki, kalkıp birileri de "evlatlığınla evlendin pis adam" desin istedim)
Sonuç: Woody Allen film çeksin, izleyelim olayları büyütmeyelim.
No comments:
Post a Comment