Merhaba!
Nisan Ayı bugün sona eriyor. Bahar geldi, sinemaya gitmektense piknik yapmayı, çay bahçesinde oturmayı veya bisikletle gezmeyi tercih edeceğimiz döneme girdik.
Nisan ayı boyunca fazla yazı yazamadım. Ancak bu bir şeyler okumadığım/izlemediğim anlamına gelmiyordu. Nisan Ayı özet listemi veriyorum, önce film festivalinden kalanlar:
Bu filmi İstanbul Film Festivali kapsamında, bir cuma gecesi izledim. Daha doğrusu "filmler" demeliyiz, festivalde 2 filmi üstüste gösterdiler. Yönetmen Martin Scorsese, en sevdiğim Beatle olan George Harrison'u incelemiş, anlatmış, tanıtmış. Yönetmenin ismini görünce filmle ilgili birtakım beklentilere gireceğinize eminim. Ancak klasik belgesel stilinden uzaklaşılmamış. Tabii kesinlikle sıkıcı olmayan, kaliteli bir filmle karşı karşıyayız. George Harrison'la ve Beatles'la ilgili bilmediğimiz pek çok şeyi öğreniyoruz. Konudan uzaklaşmamak adına diğer grup üyeleriyle ilgili ayrıntıya girilmemiş. Eski fotoğraflar ve video kayıtları da hoş hisler bırakıyor. IMDB notu 8.2. Bu kadar kapsamlı belgesellere zor rastlanıyor. Eminim benden daha iyi Beatles bilenlerin bulacağı birtakım eksiklikler olacaktır, ben bile neredeyse tüm albumlere değinirken Got My Mind Set On You single'ına değinmemelerine şaşırdım, fakat bunlar filmin iyi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. (Belki bu şarkı cover diye değinmediler? Bilmiyorum)
Film Festivali'nde gördüğüm bu film, pazar günü DVD filmi kıvamında. Yazıyı buradan okuyabilirsiniz.
Bir diğer festival filmi. Bununla ilgili de daha önce yazmıştım...
Bu harika anime'nin yönetmeni meşhur Hayao Miyazaki'nin oğlu, Goro Miyazaki. Senarist ise Hayao Miyazaki'nin ta kendisi. Film festivalinde izledim ancak gösterime de girebileceğini düşünüyorum (Her nekadar bu yönde bir bilgim olmasa da) Ghibli Stüdyosu ne çekse izlerim diyen anime hayranlarındansanız zaten kaçırmayacağınıza eminim. Ancak animeden habersiz birisini de etkileyeceği aşikar. Filmde çok hoş Japonca şarkılar duyuyoruz, pek de tanımadığımız Japon kültürünü öğreniyoruz. Melodram, aşk, lise öğrencileri, protesto gibi pekçok konuyu barındırıyor. Ancak kısaca özetlersek Yeşilçam filmi görünümlü anime diyebiliriz. Anlaşılan Yeşilçam melodramlarından sandığımdan fazla etkileniyormuşum ki Tepedeki Ev'in küçük kızı üzülünce ağlamaya başladım. Şirin ve sıcak bir film. Goro Miyazaki ilk yönetmenlik denemesini Yerdeniz Büyücüsü'nün (başarısız) anime uyarlaması yerine bunun gibi daha özgün bir hikayeyle yapsaymış belki filmi izlemeden önyargılı olmazdık.
Histeri,
Film Festivali'nde izlediğim son filmdi. Film 1800'lerde geçiyor. Genç,
yakışıklı ve idealist doktorumuz, yeni tıbbi yayınları takip etmekte,
köhne anlayıştaki doktorlarla çatışmakta ve bu nedenlerle sürekli işsiz
kalmaktadır. Sonunda kadınların "histerik" durumlarını özel bir masajla
tedavi eden bir doktorun yanında işe girer. Doktorun kızlarıyla tanışır,
bu arada özel masaj aleti yapmaya çalışırken vibratörün icadını sağlar.
Oldukça
komik, eğlenceli bir film. Bu ay izlediklerim içinde, izlerken en çok
zevk aldığım film bu oldu herhalde. (IMDB notu görece düşük olsa da) Maggie Gyllenhaal'ı zaten beğenirim,
1800'lerin feminist/aktivisti rolünde daha da çok beğendim. Baştan sona
komik, belden aşağı bir konuyu böyle hoş işlemeleri de harika. Film
sayesinde bir kadın olarak o tarihlerde yaşamadığıma bir kez daha
sevindim, dönemin mücadeleci kadınlarını da bir kez daha takdir ettim.
Çok tutulan, uzun süre "çok komik, mutlaka izleyin" denilerek göklere çıkarılan filmin yönetmeni Paul Feig (Knocked Up'dan ve pek çok diziden hatırlanabilir) Uzun süre "kız kıza izlenecek romantik komedi" sanarak uzak durdum, sonunda merakıma yenildim.
Filmle ilgili eleştirilerin bir kısmı kadınları hoş olmayan vaziyetlerde gösterdiğiydi: Örneğin kusarken. Ancak filmin esprileri tamamen bunlar üzerine kurulu değil. Ayrıca pek çok Holivud filminde gördüğümüz gibi, sonlara doğru olumlu adımlarla tatlıya bağlanan bir kişisel süreç hikayesi. Oldukça komik sahneler var. Tamamen kadınlar yönüyle işlenmiş, öyle ki, filmin ismi Bridesmaids; Nedimeler. Nedime var, gelin var ama damadı göremiyoruz.
Filmdeki roller dizi izleyicilerinin yakından tanıdığı kişilere teslim. Chris O'Dowd (The IT Crowd dizisi), Kali Hawk (New Girl dizisi), Ellie Kemper (The Office dizisi) gibi gibi. Başrol sayılabilecek bir role Rose Bryne var ki hiç sevmem kendisini. Gelin rolünde Maya Rudolph var onu da pek sevmem aslında... Yine de izledim filmi artık ne diyebilirim ki... Kısa özet olarak da, arkadaşlarla izlenip gülünebilecek eğlenceli bir film olduğunu söyleyebilirim.
Sığınak ismiyle ülkemizde gösterilen bu film, ilk olarak İf İstanbul 2012'de gösterildi. Arkasından çok kısa süre birkaç sinema salonunda gösterimde kaldı ancak izleme şansım olmadı. Yine evde izlemek durumundaydım.
IMDB puanı 7.2, oyuncu Michael Shannon bu filmle ilgi çekti ve parladı. Jessica Chastain, ilgili ve sevgi dolu eş rolüyle ödüller aldı. Cannes ve Sundance gibi pekçok film festivalinden ödül alan bu filmin izleyenlere bir süpriz sunduğu söyleniyordu. Bu nedenle herkesin konuştuğu bu sürpriz sonu merak ederek izledim. Fakat benim için hayal kırıklığı oldu. Sanırım Shyamalan gibi yönetmenlerin süpriz son konusundaki başarıları benim sürpriz anlayışımı değiştirmiş.
Take Shelter iyi bir film, gerilimli, insanı merak ettiriyor, ayrıca oyunculuklar iyi. Sonundaki ucu açık durumla ilgili pek çok yorum okudum. Hangisinin bana yakın geldiğine karar veremedim. Evde bu tür filmleri izlerken çok zorlanıyorum, çoğunlukla yoğunlaşamıyorum, sanırım bunun da etkisi var. Yine de yönetmen Jeff Nichols ve oyuncu Michael Shannon'un üçüncü işbirliği olacak Mud isimli filmi merakla bekliyorum.
Daha önce yazdığım için tekrar etmiyorum. Ancak benzer bir konu son House MD bölümlerinden birinde de işlenmiş, yani ilgi çekici bir durum işleniyor filmde.
Son olarak Mubi.com'u keşfettim ve iki animasyon izledim. Bu arada ben kendimi sürekli dizi izliyor sanıyordum ancak bu şekilde listeleyince baya film izlediğimi farkettim. Bu başarıyı başka konularda da gösterebilsem keşke :-))
No comments:
Post a Comment