Showing posts with label morrissey. Show all posts
Showing posts with label morrissey. Show all posts

Sunday, January 13, 2013

Film: Silver Linings Playbook & The Perks of Being a Wallflower

Birkaç haftadır sinemaya gitmek için ölüyorum, bitiyorum. İnsan çok istediği şeylere uzak kalıyor genelde. Bir türlü izlemek istediklerime bilet bulamadım. Bilet varken de saatleri uymuyordu. Sonunda bir arkadaşım olaya müdahale etti. (yine... arkadaşlarım müdahale etmeyince çok şaşkın ve kararsız oluyorum, bazen bir uzaktan kumandam olsa ve bu kumanda aklı başında birisinde olsaydı diyorum)

Jennifer Lawrence aşırı güzel bir insan?!


Arkadaşım Silver Linings Playbook filmine bilet aldı, sonra beni arabayla evden alıp sinemaya götürdü. -Sanırım tam aradığım insan. Onu bırakmayacağım. "En yakın arkadaşım olur musun?" diye mektuplar yazacağım-

Film zaten Oscar adayı ve popüler oyuncuları var, bilgi verme kısmını atlıyorum bu nedenle... Yine kitap uyarlaması, ne yazık ki kitabı okumadım... Goodreads diyor ki kitap "Genç yetişkin" kitabıymış, bir okuyucunun yorumuna göre "yetişkinler için Perks of Being a Wallflower" Bunun üzerine... Perks of Being a Wallflower'ı da izledim. (onu da henüz okuyamadım)

Her iki filmin de Imdb puanı 8'in üzerinde?! Bu ilk heyecan dalgası da olabilir emin değilim, ama SLP bence bu puanı hak etmiyor. Tamam, SLP'yi izlerken son yıllarda izlediğimiz, sorunlu fakat çok aşık olunası kız tipine fazla yaslanmamaları hoşuma gitti. (Burada anlatılmak istenen kız sürekli tuhaf, çılgın şirin şeyler yapan kız oluyor, örneklerini 500 Days of Summer, Elizabethtown gibi romantik komedilerde bolca gördük.) Bu filmde "gerçekten" sorunları olan ve bunları aşmaya çalışan insanlar var. Zaten ana karakterin tanısı konulmuş bir ruh hastalığı mevcut. Yine de bu kadar yüksek puanlı bir filmden biraz daha aklımda yer etmesini ve beni etkilemesini bekliyorum. Bu yoktu.

Benim için sıkıntılı ve üzücü olan şuydu ki, son iki yıldır yaşadığım bazı şeyleri gördüm. Demek bunlar artınca veya başka şeylerle birleşince ruh hastalığına dönüşebiliyor? Belki de hepimiz bunları yaşıyoruz ama ruh hastalığına genetik yatkınlığımız yoksa paçayı kurtarıyoruz? Ayrıca etrafımızda herkes baya "deli"yken bizim normal davranmamız nasıl beklenebilir?

İkinci filme gelince... Haftasonu üstüste iki "travmalı, rehabilitasyonlu" film izlememem gerektiğini neden unuttum bilemiyorum ama... The Perks of a Wallflower'ı da izledim işte... Çok övdüler ne yapayım.

Emma Watson, Logan Lerman, Ezra Miller (evet cidden gaymiş tamam)
Evet, övgüleri hak ediyor. Özellikle Ezra Miller, o kadar çekici bir karakter ki filmi sırf onun için izleyebilirsiniz. Yine gerçekçi bunalımlar, güzel psikolojik çözümlemeler var. Lisede geçiyor fakat ergen değil. Rock müzik, The Smiths, Morrissey ve biraz sorunlu ama aşık olunası kız var ama 500 Days of Summer değil... Birkaç beden büyüğü. (Üstelik her iki filmde de  "I Love The Smiths" diyen kız olmasına rağmen)

Filmde havada kalan, eksik kalan bir şey yok. Tam ve bütün bir hali var. Samimi ve içten. Klişelere rağmen yeni bir şeyler verebilmiş. (Ya arkadaşım her lise filminde bir yazar olmak isteyen çocuk ve ona hediye olarak "Çavdar Tarlasında Çocuklar" veren bir edebiyat öğretmeni olmak zorunda mı? Veya her romantik filmde "içinden geldiği gibi davranan ama Smiths gibi hüzünlü müzikler dinleyen güzel kız" olmak zorunda mı?)

Bu kadar övgünün bir nedeni de sanırım yönetmenin kitabın yazarıyla aynı kişi olması. Kitap uyarlamalarındaki boşluklar böylece olmamış. Bu filmin IMDB puanının yüksekliğini anlayabiliyorum. Öncelikle lise, üniversite dönemindeki insanları hemen sarmalayacaktır. Okul yıllarını benim gibi geride bırakmış insanlara ise geçmişteki zorlu dönemleri ve şu anki travmaların geçmişten farklı olmadığını anımsatacaktır. 

SLP fena değil. Wallflower'da  "kendimi özdeşleştirebildiğim " daha fazla karakter vardı, Wallflower kazandı. Lisede olsaydım posterini asmıştım. (Herhalde en yakın arkadaşımla "kıza Beatles - Something'i armağan etti inanabiliyor musun? " diyerek ağlaşıyor olurduk. Liseliler, ağlamayın. Gözyaşlarına ihtiyacınız olacak, bakın ben o zaman Kurt Cobain'in kaderine ağlıyordum şimdi kendiminkine ağlıyorum, kısaca hala ağlıyorum?!)


Thursday, July 26, 2012

Konser: Morrissey- 19 Temmuz 2012

Morrissey konseri 19 Temmuz'da Jazz Festivali'nin kapanış konseri olarak Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda gerçekleşti. Morrissey'in bir önceki İstanbul konserinin üzerinden çokça zaman geçmişti. Konserde "Zeki Müren" dediği hatırlanıp, sempati duyuluyordu bu İngiliz amcamıza... Biletler İKSV'ciler için ön satışa çıktığında, biraz daha indirimli aldım. Gerçi biletler yine de pahalıydı...

Jilet İngiliş
İKSV'nin Film Festivali'ndeki veya konser biletlerindeki fiyat politikaları eleştiriliyor. Aslında sadece İKSV değil, neredeyse tüm organizasyon şirketleri eleştiriliyor. Seyircilerinin çoğunun öğrenciler olduğu aktiviteler, sadece kredi kartı borcundan korkmayan çalışan kesime hitap ediyor... Aynı konser turunun yurtdışındaki bilet fiyatlarıyla buradakileri karşılaştıranlar, gitmek istedikleri aktivitelerden vazgeçebiliyor. Ben ise... Bu tartışmalardan yorulduğum için mi, yoksa zaten Biletix'den bu yaz için aldığım 4. konser bileti olmasının bıkkınlığından mı bilemiyorum, fiyat konusunda kafamı yormadım, arkalardan bir yerden bilet aldım... Konser günü gördük ki Harbiye Açıkhava'da arkalardan en ucuz biletlerden almak, en önde VIP ile kolkola konser izlemeye engel değil.

Morrissey konseri öncesi hevesliydim. Bu adam hakkında anlatılan çok şey var ama hangileri şehir efsanesi hangileri gerçek bilemiyorum. Öncelikle orkestra elemanlarıyla uzun yıllardır çalışıyor, sahnede de iyiler, bu da konserle ilgili beklentimi arttıran bir noktaydı. Şehir efsanesi kısmına gelince Morrissey orkestraya vejateryan olmayan kimseyi almıyormuş ve et yemeleri yasakmış. Meat Is Murder şarkısını ve amcanın protest tavrını düşününce doğru bir efsane gibi geliyor. Bir diğer konu cinsellik. Yıllardır nazik tavırlar, salon erkeği tarzı nedeniyle Moz için "şöyle böyle" denilmişken, kendisi "ben aseksüelim" demekte. Sürekli olarak "itiraf etsin artık, bildiğin gay?! Başka nasıl böyle duygusal ve içten şarkılar yazabilir?" diyen insanlara bir kesin cevabım yok. Düşün yakasından adam aseksüelmiş?

Konserdeki konuk Kristeen Young olacaktı. Daha önce Moz'a iki şarkısında vokal yapmış bu ablamızın sesi baya güçlü. Konserde de vokal yapar diye heves etmiştim ama öyle olmadı, "ön grup/karşılama komitesi" olarak çıktı sahneye kendisi. Benzetmek gerekirse... Sanki küçükken piyano dersi almış... Fakat yalnız kaldıkça tuşlara dandun vurup bağırmayı alışkanlık haline getirmiş. Zaten bu tavrı nedeniyle bir süre sonra piyano hocası kaçmış dersler yarım kalmış. Kız aynı hırsla adeta ergenliğe demir atmış "vur tuşa bağır, vur tuşa hisset, melodi hiçbir şeydir hisler her şeydir" kafasında devam etmiş... Kısaca durum fenaydı. Björk mü olmaya çalışmış ne yapmış anlamadık. İmkanı olsa Skin olabilirmiş ama sadece klavyesi var? Bir orkestrayla daha iyi olabilir sanırım... Giderken çok alkış aldı herhalde üzüldü buna biraz...

Girişte nefret ettiğimiz her şeyi özetleyen bir konuşma vardı. Bir kadın sesi yeri geldiğinde küfür de ederek, hayatta sevmediğimiz her şeyi sayıyordu: Asit yağmurları,  ilgisiz sevgili, dedikoducu arkadaş, politikacı gibi birçok söz. Bu kısım beni gülümsetti, saydıkları benim de hoşuma gitmiyordu...

Konser "How Soon Is Now?" ile başladı. Hızlı giriş insanları ısındırdı. İkinci ya da üçüncü şarkıda Morrissey'in sıcak tavrından da yüz bulan insanlar önlere hücum etti, böylece bilet fiyatı farkı, sınıfsal farklar falan ortadan kalktı, dünya barışına yakınlığımızı bir kez daha gördük. (!)

Moz sahneye elinde Türk Bayrağı ile çıkmıştı ve bayrağı ilk şarkıda seyircilere attı. Orkestra elemanlarından biri, gitarist Boz Boorer, kadın kılığında sahnedeydi. Konserin sonunda elemanları tanıtırken, gitaristi Boz Boorer değil, Gaynor Tension olarak tanıttı. Aynı numarayı Japonya'da da yapmışlar... Diğer orkestra elemanlarının üzerinde ise "Esad boktur" yazan (Assad is Shit) kırmızı tişörtler vardı. Bazı konserlerde de "We Hate William & Kate" yazan, (William ve Kate'den nefret ediyoruz) üzerinde prens ve eşinin fotoğrafı olan tişörtler giydiklerinden, bu "mesaj kaygısı" tahmin edilebilirdi.

Moz şarkı aralarında politikacıların çok kötü olduğunu tekrar ediyordu. Sahne önündeki insanların, hayranlarının ellerini sıktı, onların kendisine dokunmasına izin verdi. Hatta sahneye tırmanmaya çalışan kıza yardım etti, kıza sarıldı. Bu samimi sıcak ilişki hoşumuza gidiyordu ki sahnede küçük bir kız çocuğu çıkıp Moz'a sarıldı, "adeta bir Murat Boz" diyip biraz güldük. Aralarda kendisine yapılan tezahüratlara cevap verdi, sonra mikrafonu seyircilere uzattı. "Benimle evlen, I love you" gibi gereksiz yorumlardan sonra "Adamın dibisin!!!" diye bağıran kızdan sonra mikrafonu geri aldılar...

Aralardaki "Benim sadece kalbim var... Başka organım yok", "Her şeyim bu...", "Çok duygulandım, bu şarkıyı söyleyemeyebilirim" gibi lafları nedeniyle önlerdeki hayranları coşturdu. Ben ne kadar samimi anlayamadım. Çünkü, örneğin "Dün gece otel odasındaydım... Her zamanki gibi yalnızdım..." derken hafif dalga geçiyor gibi bir havası da vardı. Kendisine "yapıştırılmış" bu hisli adam etiketiyle dalga geçiyor olabilir mi? Bu teoriyi destekleyen bir diğer espri de ekrandaki Oscar Wilde fotoğrafıydı. Morrissey için "çağımızın Oscar Wilde'ı" diyenler var ve röportajlarında ona sürekli Oscar Wilde soruluyor. Şarkıları çalarken arkadaki ekrana yansıtılan Oscar Wilde fotoğrafına bir konuşma balonu yerleştirilmiş; Oscar soruyor: "Kim bu Morrissey?"

Şarkılar ilerlerken, sahneye ütülü gömleğiyle şık haliyle çıkan Moz gittikçe terledi, biraz dağıldı. Arkasından Meat Is Murder isimli meşhur hayvan hakları şarkısı geldi. Ekranda Peta'nın yayınladığı "Meet Your Meat" - Etinizle Tanışın videosu dönüyordu. Ben bu tip, kafasından geçeni söylemekten çekinmeyen ve insanları daha iyiye yönlendirmeye çalışan mesajları seviyorum. (Şarkıda bir ara KFC cinayettir bile dedi, yani herhangi bir grubu karşısına almaktan çekinmeyen bir tavrı var) Bu nedenle bu şarkıyı da, videoyu da seviyorum. Vejeteryan değilim ancak yakın zamanda okumayı düşündüğüm Hayvan Yemek kitabıyla ilgili Jonathan Safran Foer'ın röportajlarını okudum ve endüstriyel et üretiminde ciddi sorunlar olduğuna dikkat çekilmesi gerektiğini biliyorum. Dünya çapında tanınan isimlerin böyle önemli şeylerle ilgili sosyal sorumluluk hissedip, sorunlara çözüm aramaları bana etkileyici geliyor... Fakat... Olaya kendi ülkemiz açısından baktığımızda, sosyal mesaj veren şarkılara ve sanatçılara gösterilen tepki aklıma geliyor. Bu şarkıyı Türkçe olarak Mor ve Ötesi veya Bulutsuzluk Özlemi'nin söylediğini düşünsenize? "Et yemek cinayettir, Apikoğlu sucuğu yerken o küçük danacığı düşündün mü?" diyen bir şarkıcıyla nasıl dalga geçeceklerdir... Konser çıkışı arkadaşlarımla konuşurken Cenk&Erdem'in, Metallica One şarkısına yazdıkları Türkçe sözler aklımıza geldi, gülüştük: "Savaş çok kötü bir şeydir, tıpkı cehalet gibi..." Tercüme edince protest şarkılar komik geliyor hala. Oysa bir şarkı bile biraz farkındalık yaratabilir. Meat Is Murder'dan sonra vejeteryan olanlar var sonuçta, demek işe yarıyor?

Gevezeliği bırakayım... Bazılarımızı playlist memnun etmese de, hiç teklemeyen, müzikal olarak doyurucu bir konserdi. Biraz daha eski ve popüler şarkılardan çalmasını isteyenler çoğunluktaydı. Ne uzun ne kısa, 1,5 saat kadar süren bir müzikal tatmin yaşadık. Son bölümde Moz gömleğini de çıkarıp seyircilere attı. Ve konser bitti.

Bana ilginç gelen son şeyler şunlar: Adam gelmiş 50 yaşına haliyle göbeği falan var. Millet hala çığlıklar atıyor "Hala çok fit" diyor. Fit değil? Yani sesi güzel müziği güzel tavrı güzel ama bir göbek var, gelin dürüst olalım... Şarkılara kendimizi kaptırıp o havaya girdikten sonra, son nota duyulur duyulmaz insanların bir anda hiçbir şey olmamış gibi çıkışa hücum etmesi tuhaf... Sindirmek sıfır... İyi bir film izlediğimde, sinema salonundan kaçmaya çalışan diğer izleyicilere de sinir olurum zaten. Bir de konser öncesi 45 TL'lik baskılı tişörtlere bakıp almayan, konserden sonra tişörtlerin önünde kuyruk olanları anlayamıyorum. Konseri izleyip o paraya değip değmeyeceğini düşünüyorlar herhalde?