Showing posts with label müzik. Show all posts
Showing posts with label müzik. Show all posts

Monday, September 24, 2012

Konser: Beirut - 21 Eylül 2012

Beirut, Balkan enstrümanlarını kullanan, sakin ve hüzünlü olmasına rağmen aslında hareketli müzik yapan bir grup. Akordiyon, ukulele, trompet kullanıyorlar ki günümüzde pek çok sesin elektronik olduğunu düşününce, bu çok seslilik müzik sevenleri mutlu ediyor.

Grubun solistinin hayranı bol. (Şirin tipi nedeniyle herhalde, yoksa ukulele pek seksi bir enstrüman sayılmaz) Kendisi benden 1 yaş küçükmüş bunu öğrenince ben hayran olmaktan vazgeçtim, olgun erkeklerle ilgileniyorum(!) Dinleyince bir Avrupa hatta Balkan grubu sanıyoruz ama adamlar Amerikalı. Dünya gerçekten büyük bir köy olmuş diye sığ bir yorum getireceğim buna. İsteyenler "gloabalizasyonun yerel tadlar üzerindeki sevimsiz etkisi" konulu bir tartışma açabilirler.

Konsere gelirsek... Beirut Türkiye'ye ilk kez gelmiyor. Fakat popülerliğini yeni kazanmış anlaşılan. Biletler tükendi, zaten kapasite az tutulmuştu, karaborsada bilet fiyatları artış gösterdi, kargaşa karmaşa... Kuruçeşme Arena'da olduğu için konser alanına ve organizasyona bir şey diyemiyorum gayet güzeldi. İçeride yemek, içki var, ortam sakin ferah, boğazın kıyısı, manzara var, dönüşte motora binip denizyolu kullanabiliyoruz, harika bir yer. Ve evet, bu harika yer de elimizden alınıyor pek tabii, otel olacak. "Her güzel şeyin bir sonu vardır" sözü ülkemizde "güzel şeylerin ömrü kelebek kadardır" veya "sevinmeye kalkmayın, neşenizi kursağınıza tıkarız" seviyesine inmiş durumda.

Beirut'u dinlemeyi çok seviyorum ancak fazla dinleyince bir süre sonra baygınlık geçirmek, aslında tüm şarkıları tek bir şarkı sanmak mümkün. Bu nedenle sıkıntılı kişilere tavsiye edemem.

Konser güzeldi, ilk defa bir grup Boğaz'a Boğaz dedi. Genelde nehir, dere falan diyorlar. Bundan RCHP konseri yazısında da yakınmıştım. Grubun bir üyesi Türk müziğiyle de ilgilendiklerini söyledi. Güzel bir geceydi, karşılıklı iltifatlar, iki kez bis yapılması derken bitti, evlere dağıldık.

Beirut'un piyasada var olan üç albümünü de tavsiye ederim. Youtube'dan videoları da izlenmeye değer.

Elephant Gun by Beirut on Grooveshark

Monday, September 10, 2012

Konser: Red Hot Chilli Peppers - 8 Eylül 2012

Aylar öncesinde başlayan Red Hot Chilli Peppers heyecanı, bu cumartesi 8 Eylül'de sona erdi. Bu şekilde insanların hasretle beklediği çok az müzik grubu var. Özellikle benim kuşağım için RCHP çok şey ifade ediyor. Yabancı müzik kanallarının ve kliplerin yeni yeni görüldüğü ortaokul-lise yıllarımda RCHP Californication isimli animasyon videosuyla bomba etkisi yaratmıştı. Rock müzik dinleyen dinlemeyen herkesin ilgisini çekmişti. İnternetle yeni tanıştığımızı, İngilizceyi öğrenmeye çalıştığımızı, şarkı sözlerini internetten bulup çıktı alıp tenefüslerde tercüme etmeye çalıştığımızı hatırlıyorum. Bir de tabii tek tek mp3'leri Napster'den bulmaya çalışmalarımızı unutamam.

Bu nostaljik hissiyatla RCHP biletleri çıkar çıkmaz elim kredi kartıma gitti. Kategori 1'den bilet aldım. Konser zamanı yaklaştıkça promosyonlar arttı, bedava biletler, karaborsacılık, bilet arayanlar satmaya çalışanlar, her zamanki gibi "bitti" denilen biletlerin tekrar piyasaya sürülmesi... "Aracınızla gelmeyin, doğru kapıdan girin, izdihama yol açmayın, serevisleri kullanın" gibi eğitici öğretici uyarıları haftalardır sosyal medyadan okuyorduk. Ne zamandır başka konu yoktu kısacası.

Sonunda cumartesi geldi çattı. Konser Santral İstanbul'daydı ve yine alanda içki satışı yoktu. İçkiye düşkün değilim, çoğu zaman konser alanlarında içki içmem, zaten pahalıdır, tuvaletler sıkıntılıdır vs... Fakat birisi gelip bana "içemezsin" dediği anda sigortalarım atıyor. Böyle bir özgürlük kısıtlamasına izin vermemizi aklım almıyor. Bu konuda çok sinirliyim. İçkinin sigaranın zararlarını anlatmak yasaklamaktan geçemez. Zaten yasaklayamıyorsunuz, o "mahallesinde içki içilsin istemeyen" Eyüplüler alanın kapısında 7,5 TL'den bira satıyor, bira tenekeleri yerlerde, millet sokaklarda içiyor. Daha mı hoş şimdi bu manzara? Bu ne saçmalık?!

Herneyse... Arkadaşlarla buluş, önceden bira iç derken saati 18.00-19.00 civarına getirdik. Taksim'deki servis kuyruğunu görünce taksiye binmek istedik. Bu arada alandaki arkadaşımızdan öğrendik ki öngrup Athena çıkmış. Fakat biz taksi bulup, o trafikte alana varana kadar Athena inmişti bile sahneden. Zaten daha önce Athena'yı yeterince izlediğim için üzülmedim buna. Girişte bir izdiham... Bir kargaşa vardı ki sormayın! İtişerek doğru kapıyı bulmaya çalışmalar... Bulduk kapıyı giriyoruz; Ne biletime baktılar ne çantama... İçerde içki satma ama çantamdakinden haberin yok? Ben namuslu vatandaş olarak içeri almazlar diye su bile almamıştım, bu ortamlarda kendimi enayi hissediyorum ister istemez!

Konser 21.30-21.45 gibi başladı. Sahne, müzik, gidişat harikaydı. Şarkı seçimleri de gayet iyiydi, çoğu kişi beklediği birkaç şarkının da çalınmasını arzu etmiş ancak o birkaç şarkı olmasa da olurdu. Normalde herkes RCHP'ın konser performansları için kötü der. Solist rezalet söylüyor, şu oluyor bu oluyor. Öyle bir şey yoktu. İlk kez İstanbul'a gelen bir gruptan beklediğimiz her şeyi verdiler. Ayrıca Türk Bayraklı tişört giyip, İstanbul'a iltifat etme klişesini de uyguladılar. Fakat... Ben aslında sahneyi hiç görmedim ki... Santral İstanbul bu kalabalığı kaldıramadığından tamamen ekranlardan seyrettik konseri. Sadece ben değil, yanımdaki uzun boylu erkek arkadaşlar da göremedi. Benim minikliğimden değil yani bu durum.

Grup elemanlarından Flea'nın "Ezanı çok sevdim her gün duyabilsem keşke" tarzı lafına Egemen Bağış tweet atarak "yaa işte bizim ezan böyledir" tarzında bir cevap verdi. Bunun bir adım ilerisi zaten "Neil Amstrong da Ay'da ezan duymuş" kafası... Gün geçmiyor ki ülkede komik beyanat olmasın. Bir diğer kafama takılan da bu adamların da Boğaz'a "Nehir" demesi. Artık nasıl tanıtımdan uzaksak, Dünya'nın yegane Boğaz'ını öğretememişiz. Yada... Acaba bu da "Türk'ün harikalığı" konulu bir kandırmaca mıydı? Coğrafya dersindeki "Jeopolitik önem" konu başlığı yalan mıydı? Aslında Boğaz bir nehir mi? Yabancılar söyleye söyleye bizim Boğaz olacak bir dere. Kendimden şüphe eder oldum.

Bir şarkıda İlhan Erşahin'i davet ettiler saksafonla eşlik etti. Bu da bizim için gurur verici bir an oldu. Fakat seyirci birasızlıktan mıdır, lise yıllarını unuttuğundan mı, baya ruhsuzdu. Önlerde çıldıran turist izleyiciler dışında dans eden coşan yoktu.

Sonuç: Grup turne kapsamında olduğumuzdan bize de diğer ülkelerle aynı değeri vermiş, sahne, müzik, profesyonellik güzel. Fakat kabalık, sahneyi görememe, alana gidememe alandan çıkamama, sonrasında sosyal medyadaki eleştirilere "Salaklar yurtdışında da kimse eve gidemiyor ne var yani" şeklinde cevap veren organizatörler... Çıkışta normalde 20 TL yazacak mesafeye "kişibaşı 10 TL" isteyen ve müşterileri reddeden taksiciler... Yetersiz otobüs, dolmuş... Mide bulandırdı. Paranla rezil olmak buydu herhalde. Eve geldiğimde yolun büyük kısmını yürümekten belim ağrıyordu. Gece saat 3'tü. Oysa konser 12'de bitmişti.

RHCP da izledik... Bu da tamam. Rock müziksever uslanmaz... Seneye bir de AC/DC rezaleti yaşasak istiyoruz yine de...

Thursday, July 26, 2012

Konser: Morrissey- 19 Temmuz 2012

Morrissey konseri 19 Temmuz'da Jazz Festivali'nin kapanış konseri olarak Harbiye Açıkhava Tiyatrosu'nda gerçekleşti. Morrissey'in bir önceki İstanbul konserinin üzerinden çokça zaman geçmişti. Konserde "Zeki Müren" dediği hatırlanıp, sempati duyuluyordu bu İngiliz amcamıza... Biletler İKSV'ciler için ön satışa çıktığında, biraz daha indirimli aldım. Gerçi biletler yine de pahalıydı...

Jilet İngiliş
İKSV'nin Film Festivali'ndeki veya konser biletlerindeki fiyat politikaları eleştiriliyor. Aslında sadece İKSV değil, neredeyse tüm organizasyon şirketleri eleştiriliyor. Seyircilerinin çoğunun öğrenciler olduğu aktiviteler, sadece kredi kartı borcundan korkmayan çalışan kesime hitap ediyor... Aynı konser turunun yurtdışındaki bilet fiyatlarıyla buradakileri karşılaştıranlar, gitmek istedikleri aktivitelerden vazgeçebiliyor. Ben ise... Bu tartışmalardan yorulduğum için mi, yoksa zaten Biletix'den bu yaz için aldığım 4. konser bileti olmasının bıkkınlığından mı bilemiyorum, fiyat konusunda kafamı yormadım, arkalardan bir yerden bilet aldım... Konser günü gördük ki Harbiye Açıkhava'da arkalardan en ucuz biletlerden almak, en önde VIP ile kolkola konser izlemeye engel değil.

Morrissey konseri öncesi hevesliydim. Bu adam hakkında anlatılan çok şey var ama hangileri şehir efsanesi hangileri gerçek bilemiyorum. Öncelikle orkestra elemanlarıyla uzun yıllardır çalışıyor, sahnede de iyiler, bu da konserle ilgili beklentimi arttıran bir noktaydı. Şehir efsanesi kısmına gelince Morrissey orkestraya vejateryan olmayan kimseyi almıyormuş ve et yemeleri yasakmış. Meat Is Murder şarkısını ve amcanın protest tavrını düşününce doğru bir efsane gibi geliyor. Bir diğer konu cinsellik. Yıllardır nazik tavırlar, salon erkeği tarzı nedeniyle Moz için "şöyle böyle" denilmişken, kendisi "ben aseksüelim" demekte. Sürekli olarak "itiraf etsin artık, bildiğin gay?! Başka nasıl böyle duygusal ve içten şarkılar yazabilir?" diyen insanlara bir kesin cevabım yok. Düşün yakasından adam aseksüelmiş?

Konserdeki konuk Kristeen Young olacaktı. Daha önce Moz'a iki şarkısında vokal yapmış bu ablamızın sesi baya güçlü. Konserde de vokal yapar diye heves etmiştim ama öyle olmadı, "ön grup/karşılama komitesi" olarak çıktı sahneye kendisi. Benzetmek gerekirse... Sanki küçükken piyano dersi almış... Fakat yalnız kaldıkça tuşlara dandun vurup bağırmayı alışkanlık haline getirmiş. Zaten bu tavrı nedeniyle bir süre sonra piyano hocası kaçmış dersler yarım kalmış. Kız aynı hırsla adeta ergenliğe demir atmış "vur tuşa bağır, vur tuşa hisset, melodi hiçbir şeydir hisler her şeydir" kafasında devam etmiş... Kısaca durum fenaydı. Björk mü olmaya çalışmış ne yapmış anlamadık. İmkanı olsa Skin olabilirmiş ama sadece klavyesi var? Bir orkestrayla daha iyi olabilir sanırım... Giderken çok alkış aldı herhalde üzüldü buna biraz...

Girişte nefret ettiğimiz her şeyi özetleyen bir konuşma vardı. Bir kadın sesi yeri geldiğinde küfür de ederek, hayatta sevmediğimiz her şeyi sayıyordu: Asit yağmurları,  ilgisiz sevgili, dedikoducu arkadaş, politikacı gibi birçok söz. Bu kısım beni gülümsetti, saydıkları benim de hoşuma gitmiyordu...

Konser "How Soon Is Now?" ile başladı. Hızlı giriş insanları ısındırdı. İkinci ya da üçüncü şarkıda Morrissey'in sıcak tavrından da yüz bulan insanlar önlere hücum etti, böylece bilet fiyatı farkı, sınıfsal farklar falan ortadan kalktı, dünya barışına yakınlığımızı bir kez daha gördük. (!)

Moz sahneye elinde Türk Bayrağı ile çıkmıştı ve bayrağı ilk şarkıda seyircilere attı. Orkestra elemanlarından biri, gitarist Boz Boorer, kadın kılığında sahnedeydi. Konserin sonunda elemanları tanıtırken, gitaristi Boz Boorer değil, Gaynor Tension olarak tanıttı. Aynı numarayı Japonya'da da yapmışlar... Diğer orkestra elemanlarının üzerinde ise "Esad boktur" yazan (Assad is Shit) kırmızı tişörtler vardı. Bazı konserlerde de "We Hate William & Kate" yazan, (William ve Kate'den nefret ediyoruz) üzerinde prens ve eşinin fotoğrafı olan tişörtler giydiklerinden, bu "mesaj kaygısı" tahmin edilebilirdi.

Moz şarkı aralarında politikacıların çok kötü olduğunu tekrar ediyordu. Sahne önündeki insanların, hayranlarının ellerini sıktı, onların kendisine dokunmasına izin verdi. Hatta sahneye tırmanmaya çalışan kıza yardım etti, kıza sarıldı. Bu samimi sıcak ilişki hoşumuza gidiyordu ki sahnede küçük bir kız çocuğu çıkıp Moz'a sarıldı, "adeta bir Murat Boz" diyip biraz güldük. Aralarda kendisine yapılan tezahüratlara cevap verdi, sonra mikrafonu seyircilere uzattı. "Benimle evlen, I love you" gibi gereksiz yorumlardan sonra "Adamın dibisin!!!" diye bağıran kızdan sonra mikrafonu geri aldılar...

Aralardaki "Benim sadece kalbim var... Başka organım yok", "Her şeyim bu...", "Çok duygulandım, bu şarkıyı söyleyemeyebilirim" gibi lafları nedeniyle önlerdeki hayranları coşturdu. Ben ne kadar samimi anlayamadım. Çünkü, örneğin "Dün gece otel odasındaydım... Her zamanki gibi yalnızdım..." derken hafif dalga geçiyor gibi bir havası da vardı. Kendisine "yapıştırılmış" bu hisli adam etiketiyle dalga geçiyor olabilir mi? Bu teoriyi destekleyen bir diğer espri de ekrandaki Oscar Wilde fotoğrafıydı. Morrissey için "çağımızın Oscar Wilde'ı" diyenler var ve röportajlarında ona sürekli Oscar Wilde soruluyor. Şarkıları çalarken arkadaki ekrana yansıtılan Oscar Wilde fotoğrafına bir konuşma balonu yerleştirilmiş; Oscar soruyor: "Kim bu Morrissey?"

Şarkılar ilerlerken, sahneye ütülü gömleğiyle şık haliyle çıkan Moz gittikçe terledi, biraz dağıldı. Arkasından Meat Is Murder isimli meşhur hayvan hakları şarkısı geldi. Ekranda Peta'nın yayınladığı "Meet Your Meat" - Etinizle Tanışın videosu dönüyordu. Ben bu tip, kafasından geçeni söylemekten çekinmeyen ve insanları daha iyiye yönlendirmeye çalışan mesajları seviyorum. (Şarkıda bir ara KFC cinayettir bile dedi, yani herhangi bir grubu karşısına almaktan çekinmeyen bir tavrı var) Bu nedenle bu şarkıyı da, videoyu da seviyorum. Vejeteryan değilim ancak yakın zamanda okumayı düşündüğüm Hayvan Yemek kitabıyla ilgili Jonathan Safran Foer'ın röportajlarını okudum ve endüstriyel et üretiminde ciddi sorunlar olduğuna dikkat çekilmesi gerektiğini biliyorum. Dünya çapında tanınan isimlerin böyle önemli şeylerle ilgili sosyal sorumluluk hissedip, sorunlara çözüm aramaları bana etkileyici geliyor... Fakat... Olaya kendi ülkemiz açısından baktığımızda, sosyal mesaj veren şarkılara ve sanatçılara gösterilen tepki aklıma geliyor. Bu şarkıyı Türkçe olarak Mor ve Ötesi veya Bulutsuzluk Özlemi'nin söylediğini düşünsenize? "Et yemek cinayettir, Apikoğlu sucuğu yerken o küçük danacığı düşündün mü?" diyen bir şarkıcıyla nasıl dalga geçeceklerdir... Konser çıkışı arkadaşlarımla konuşurken Cenk&Erdem'in, Metallica One şarkısına yazdıkları Türkçe sözler aklımıza geldi, gülüştük: "Savaş çok kötü bir şeydir, tıpkı cehalet gibi..." Tercüme edince protest şarkılar komik geliyor hala. Oysa bir şarkı bile biraz farkındalık yaratabilir. Meat Is Murder'dan sonra vejeteryan olanlar var sonuçta, demek işe yarıyor?

Gevezeliği bırakayım... Bazılarımızı playlist memnun etmese de, hiç teklemeyen, müzikal olarak doyurucu bir konserdi. Biraz daha eski ve popüler şarkılardan çalmasını isteyenler çoğunluktaydı. Ne uzun ne kısa, 1,5 saat kadar süren bir müzikal tatmin yaşadık. Son bölümde Moz gömleğini de çıkarıp seyircilere attı. Ve konser bitti.

Bana ilginç gelen son şeyler şunlar: Adam gelmiş 50 yaşına haliyle göbeği falan var. Millet hala çığlıklar atıyor "Hala çok fit" diyor. Fit değil? Yani sesi güzel müziği güzel tavrı güzel ama bir göbek var, gelin dürüst olalım... Şarkılara kendimizi kaptırıp o havaya girdikten sonra, son nota duyulur duyulmaz insanların bir anda hiçbir şey olmamış gibi çıkışa hücum etmesi tuhaf... Sindirmek sıfır... İyi bir film izlediğimde, sinema salonundan kaçmaya çalışan diğer izleyicilere de sinir olurum zaten. Bir de konser öncesi 45 TL'lik baskılı tişörtlere bakıp almayan, konserden sonra tişörtlerin önünde kuyruk olanları anlayamıyorum. Konseri izleyip o paraya değip değmeyeceğini düşünüyorlar herhalde?