Doris Lessing 2007'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldığında, daha önce kitabını okuduğum bir kadın yazarın ödül almasına sevinmiştim. İlk okuduğum kitabı Mara ile Dann idi. Lessing'i ne zaman düşünsem aklıma Mara ile Dann'ı bana hediye eden kadın gelir. Benim için ilham kaynağı olan kadınlardandır o, başkalarına tuhaf gelen, bence değeri bilinmeyen biri.
Bu yılki Tüyap Kitap Fuarı'nda Gene Aşk'ı görünce, Doris Lessing'in Türkçe'deki tüm kitaplarını okuma arzusuyla, hemen kasaya yöneldim. Kitapla ilgili düşüncelerim biraz bulanık. Gene Aşk, kapağına bakınca beni hemen cezbetti: Nobel Ödülü Logosu, Yazar Lessing, Çeviren Tomris Uyar, kapakta Marcus Stone'dan hüzünlü bir resim... Okumaya başladığımda 65 yaşındaki bir kadının "aşk"ını anlatması beni iyice çekti. Şu sıralar sürekli duygularımı tartıyorum, "aşk"ın anlamını, hiç aşık olup olmadığımı düşünüyorum. Tabii romanın kahramanıyla karşılaştırıldığında "hayatımın baharında" sayılabilirim. Önümdeki 65 yaşındaki kadın örneklerine bakınca umutsuzluğa düşüyorum, bunda tek suçlu ülkenin veya toplumun kadına ve yaşlılara bakışı değil, konu derin... Kendime döndüğümde ise yıllar sonra nerede olmak isterim, nasıl biri olmak isterim, diye sürekli düşünürüm; bu kitapta sorgulamalarıma devam edebilmem için pek çok yeni soru işareti vardı.
Kapaktaki resim |
Kitabın arka kapağını okuyup "65 yaşındaki kadının kendisinden çok daha genç iki erkeğe aşık oluşu ve cinsellik" şeklindeki kısır özete kapılmamakta fayda var. Kitaptaki aşk ve cinsellik, büyük ihtimalle size bu kelimelerin çağrıştırdıklarından uzak kalacak.
Beni yoran kısım çok fazla karakter olmasıydı. Evet, sanki İngilizlerle ve Fransızlarla vakit geçirmişim gibi "onlardan" hissettim, anladım durumu, diyalogları... Fakat olay örgüsünde pek de büyük yeri olmayan çeşitli isimler beni yordu, aklımda tutmakta zorlandım. Ana karakterimiz Sarah'nın ilk "aşık olduğu" 28 yaşındaki genç adam, adeta bir Pandora'nın Kutusu'nu açıyor ve Sarah'yla birlikte biz de aşk acısı çekmeye, anlam verememeye, bunalmaya başlıyoruz. İkinci aşk ise hissettirmeden geliyor, sanki diğerinden kurtulmak için.
Belki de hiç anlamadım kitabı. Aslında olayları başlatan kurmaca tarihsel karakter Julie'den de bahsetmedim. Bende etki bırakan aşk duygusunun tarifi, insanın duyguları nedeniyle fiziksel acı çekmesi oldu. Aşk kitabı diyince hayal ettiğim "mutlu/mutsuz kadın ve erkek" tarifinden uzak olduğu için, tek yönüyle kadına ve aşkın ondaki etkilerine baktığı için sevdim bu kitabı.
Ne yazık ki benim gibi "sürekli düşüneyim, derdim yoksa da kitap bana ilham versin, dert icat edip düşüneyim" mantığında olmayanlara öneremeyeceğim.
Okurken sürekli Festivalde izleyemediğim Amour filmini düşündüm. Haneke'nin filmlerini genelde kaçırmam, Amour'un da yaşlı insanların başrolünde olduğu bir aşk hikayesi olduğunu duydum kabaca. Gösterime girmesini bekliyorum. Mesele yaş değil, duygular, mesele biz gençlerin her şeyi "şu ana ait" sanması.
Son cümleni anlamadım. Anı yaşamanın yanlış olduğunu mu düşünüyorsun?
ReplyDeleteyok ben aslında "aşkı gençliğe ait sanıyoruz" gibi bir şey demek istedim. şu an genç olduğun için her şeyi şu an yapman doğru ve normal geliyor. örneğin 65 yaşında bir kadının aşık olması tuhaf geliyor, annelerimiz, anneannelerimiz o yaşlarda, gözünün önüne gelmiyor. hatta "aşk uçucu ve boş bir duygu, koca koca insanlar bu boşluğa düşmez" diye düşünüyorsun.(sen düşünüyorsun ben değil hahaha)
ReplyDeleteAşk meselelerinde yorum yapmak beni aşan bir durum genelde, genci yaşlısı olmayacağı konusunda katıldığımı söyleyebilirim ama en azından. Anladım ne demek istediğini bu arada.
ReplyDeleteYaşlı birilerinden 'aşk'ı okumak, dinlemek tuhaf bir deneym gibi. Ama anlamlı. Senin dediğin yönden.
ReplyDelete