Wednesday, September 25, 2013

Film: Diana ve Adore - Naomi Watts

Arkadaşlar Naomi Watts güzel ve yetenekli bir hanım. "Biliyoruz" dediğinizi duyar gibiyim.
Şu an kendisini Diana rolüyle izlemeniz mümkün... Ben sizler için izledim: Boşuna para vermenizi engellemek istedim. Tanrı torrenti kutsasın.

Bu sert girişin ardından, son günlerdeki Naomi Watts mevzularına bakalım:

İlk film Adore - IMDB Notu 6.1
Adore'de yalnızca Naomi yok, bir de Robin Wright var. Ayrıca ismini bilmediğim yakışıklı iki genç adam var. Film daha önce festivalde gösterilmişti, ben kaçırmıştım. Doris Lessing'in öyküsünden uyarlama -ki bu bilgiyi duyunca filmin adını acı içinde haykırdım haliyle- filmde çocukluk arkadaşı iki kadın, birbirlerinin oğullarına aşık oluyor. Sahilde, deniz kenarında, Avustralya'nın güzelliğinde geçen filmi izlerken insan "hayat yaa... valla normal, olur böyle şeyler yani. neden olmasın? aşk işte" gibi bir hisse kapılıyor. Oysa fragmanı izlerken filmin erotik gerilim olduğunu, ahlaki olarak da bu karakterleri yadırgayacağımı sanmıştım.

Bu afişi görüp de filmi merak etmemek mümkün değil bence. O mavinin tonu nedir arkadaş?!?!
Memleketimizde başkalarının hayatına merak ve burun sokmaca artarken, ahlak kişiye bile değil, artık tüm topluma dayatılan bir baskı unsuru olmuşken, benim gittikçe "rahat" düşünmeye başlamam ve "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" mantığına geçmem ironik oldu. Önceden rahatsız olacağım durumlar şu aralar bende "amaaan sen de" hissiyatı yaratıyor. Bu film için de aynı şeyi düşündüm. Bir diğer konu da kadına ve anneye bakış açısı herhalde. Bizim toplumda malum, kadın anne olunca kutsanıyor, fakat sözde kutsanma, aslında boynuna ilmek geçiriliyor. Artık "bir anne böyle davranmaz", "anne fedakardır" gibi sözlerle baskılanan, kurallarını kimin koyduğunu bilemeyeceği bir dünyaya adım atmış oluyor. Bu filmdeki kadınlara ise dönüp "Bir ana böyle mi davranır" diyemiyoruz, çünkü onlar birey, kadın... Tutku, aşk, erotizm gibi konuları "aklına getirebilen", kendi kararını alabilen insanlar. (Oysa bir anne asla birey olarak kendi kararını almaz, değil mi?)

- Ek bilgi olarak yönetmen Anne Fontaine daha önce Coco Avant Chanel ve Natalie filmlerini yönetmişti. Coco'yu yeni izledim, pek güçlü bir film değildi ne yazık ki.

İkinci Film: Diana... IMDB Notu 4.2

Fotoğrafını ekleyemedim blogger'da bir yamukluk oldu. İdare edin.

Naomi Watts ağzını çarpıtıp boynunu bükmüş, bu sayede bir Leydi Di olmuş. Filmde Pakistanlı cerrah Hasnat Khan ile olan aşkı anlatılıyor. Baya anlamsız bir film. Leydi Di ve kraliyet hayranlığım yoktur, Kate Middleton'ın giysilerini takip ettiğimi itiraf etmeliyim, tamam, ama kraliyet ve monarşi kaldırılması gereken köhne bir baskıcı asalak sınıfıdır benim gözümde. Bu nedenle Diana'ya ağlayan ve sürekli "ne bahtsız kadınmış, neler çekti canım benim prenses de olsan talihli olmayabiliyorsun" şeklinde vahlanan insanları anlayamıyorum. Kısa keseyim, çok bilgim olmadığından gidip Wikipedia'ya Diana'nın hayatını okudum. "Üniversitede yemek dersi almış, arkadaşlarının evlerini temizlemiş" diye bir bilgi var. Filmde kendisi makarna yapamıyor. Ama temizlik yapıyor tamam... Sonra demişler ki Diana evliliği sırasında iki kişiyle ilişki yaşadı. Filmde Hasnat Khan'la tanışma ve flört hikayesini gören bizler, Diana 20 yaşında Prens Charles'la evlendikten (flörtsüz falan) ayrılana kadar bu masumiyeti hatta şapşallığı devam etmiş sanıyoruz. (Çünkü sürekli boynu bükük geziyor ya... Ondan herhalde) Yanlış yönlendirme var bence Wiki'ye güveniyorum bu konuda.

Kısaca Diana'nın makyajı giysileri vs güzel ama film derinlikten uzak. Hatta edebiyat parçalamayayım direkt konuşayım: Pazar günü DVD filmi. O da kadınlar için yani erkekler komple kaçsın. Koskoca Leydi de olsan adamı tavlamak için sevdiği yemeği ısmarlayıp futbol izlemen gerekiyor TV'de. Büyük hayal kırıklığı. Bir de Naomi Oscar'ı sonunda bu filmle alır diye bekliyorduk. Yazıklar olsun.

Son olarak Holivud'un "İranlı şair Rumi'den alıntı yaptım bebekim" gibisinden sevimlilikler yapması ve her Ortadoğulu rolüne sürekli göz kırpıştırıp bana Lost'taki rolünü anımsatan Naveen Andrews'ü yapıştırması yasaklansın.


İki filmden tabii ki Adore'u seçin. Naomi'yi sevin. Benle birlikte "Acaba Nicole Kidman Grace of Monaco filminde yeterince fantastik mi?" diye meraklanın. (Fragmandan gördüğüm kadarıyla yine giysileri ve makyajları seveceğiz, Nicole'a güleceğiz, filmi Tim Roth kurtarmıştır umarım)

Monday, September 23, 2013

Kitap: Uwe Timm - Sıcak Yaz


ilginç foto çekeceğim derken taslaklarda kalmış yazı, çekemedim de foto falan. mecburen kendi çektiğim fotograf olmadan yayınlıyorum...
 D&R'ın bazı Can Yayınları kitaplarını 5 TL'ye sattığı dönemde almıştım bu kitabı. Daha önce Sabit Fikir'de okumuştum Uwe Timm ile ilgili bir şeyler, bu nedenle adı aklımdaydı. İsteyerek/bilerek aldım kitabı kısaca.

Zaten kaçırmayacağım türde bir kitap olmasını '68 öğrenci hareketi içinde geçmesine borçlu. Kapaktaki fotoğraf da bu dönemden alınmış. Üniversite öğrencileriyle ve toplumsal olaylarla ilgili kitaplar hep ilgimi çekiyor. Bir de olayları roman türünde yani kurgusal anlatımla okuyabiliyorsam çok mutlu oluyorum.

Ullrich isimli apolitik, sık sık sevgili değiştiren, bunalımlı bir genci izliyoruz. Bir türlü bitiremediği ödevleri, raporları yazmaya çalışırken kendini sol örgütlenmede buluyor. 68'de yükselişe geçen rock, uyuşturucu maddeler, öğrenci olayları, Ullrich'in ailesiyle sorunları, gençlik bunalımları derken kitabı 1-2 günde okudum. Eylemler, örgütlenme ve "ne yapmalı" sorusuna aranan cevaplar, fraksiyon tartışmaları oldukça tanıdıktı. Üniversitede bunlara ilgili duymayanlar bile Gezi Olayları sonrasında kendisini bu kitabın karakterleri gibi bir "şeyler"in içinde bulduğu için, tanıdık gelecek çok sahne var.

En çok, sonlara doğru Ullrich'in yaşadığı değişim, çalışmaya başlamasıyla Yoga, doğal beslenme mevzularına kendini kaptıran arkadaşlarına içten içe öfkelenmesi hoşuma gitti. Yaşadığımız değişimler ve etrafımızdaki insanlardan ister istemez kopmamız meselesine dokunduğu için sanırım.

Güzel bir kitap. "Kült kitap" demişler arka kapakta, durmadan İngiliz ve Amerikan edebiyatı okuyanlar için Alman bir yazarın kitabını okumak hoş oluyor.

Saturday, September 07, 2013

Güncellemelerim...

Ne zamandır yazmadığımı farkettim. Zaten takipçilerimin %70'i benimle iletişim halinde olduğundan, "sizleri merakta bırakmayayım" temalı bir yazıya gerek yok .
Neler oldu: Son dönemlerde okumaktan çok izliyorum. Birçok film izledim. Dizi bağımlılığım da devam ediyor. En önemlisi, sosyalleşiyorum ve arkadaşlarımla görüşüyorum. Hiçbir şeyi dengeli yapamadığımdan, arkadaşlarıma vakit ayırınca film izleyemiyorum, film izleyince kitap okuyamıyorum vs vs

Tavsiye edebileceklerim; Before Midnight isimli film, Mildred Pierce ve Black Mirror  mini dizileri ve son okuduklarımdan Slyvia Plath - Sırça Fanus.

Film Ekimi yaklaşıyor ancak ben bu kez gidemeyeceğim. En sevdiğim festival fakat ne yazık ki yoğun çalışacağım bir döneme geliyor. 

Sürekli aklımda olan bir diğer konu da hapishaneye mektup yazmak. Bir türlü elim gitmiyor ancak haksızca içerde tutulan vicdani redçiler ve direnişçilere yazmak istiyorum. (Evet halen her yer Taksim ve her yer direniş arkadaşlar)

İnsanlar, insan ilişkileri, 20'li yaşlarımın sonlarında oluşum, ne yapmak istediğim ve nasıl daha huzurlu olabileceğim bu aralar en çok üzerine düşündüğüm ve yazdığım konular... Bir sabah bencil ve sevgiye aç zavallı yaratıklar olduğumuzu düşünüyorum, öfkeleniyorum. Akşama doğru gevşiyorum; herkese karşı sevgi dolu ve anlayışlı birisine dönüşüyorum. Sanırım üstüne çalışmam gereken bir diğer konu da bu gelgitli düşüncelerim. Kendimi dengeli sanıyorum ancak pek öyle değilim anlaşılan.

Şu an Rock N Coke'ta Arctic Monkeys'in sahneye çıkmasını bekleyen insanları kıskanmamaya çalışıyorum. Ben de birkaç hafta önce Placebo'ya gittim mesela, nedir yani?!

Her telden yazım şimdilik bu kadar. 

Sevgiler...